https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

’92 BARCELONA OLİMPİYATLARI: DREAM TEAM ŞANSLIYDI!… – 6

Okunması Gerekenler

“‘Keşke’ ile ‘belki’ evlenmiş, ‘eğer’ diye bir çocukları olmuş…”

6. KISIM

Gelelim, üçüncü ana etmene, yani Yugoslavya Federal Cumhuriyeti vakasına. Yugoslavya’nın bölünmesine sebep olan savaşlar yüzünden, Birleşmiş Milletler, 1991 senesinin sonunda, yeni kurulan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne, 3 yıl boyunca spor müsabakalarına katılmama cezası veren bir ambargo koydu1. Bu sebepten dolayı, yazının bir önceki (5.) kısmında adı Yugoslavya Federal Cumhuriyeti için zikredilen nice dev basketbolcu, 1992 Olimpiyatları, 1993 Eurobasket ve aslında Belgrad’da düzenlenecek olan fakat savaş sonrası Toronto’ya verilen 1994 Dünya Basketbol Şampiyonası’na katılamadılar. Üstelik, o takım, o vakitler bile çoğu henüz 30 yaşın altında olan kadrosuyla ’95’te Eurobasket’i (biraz da hakem desteği sayesinde) kazandı2 ve Atlanta’daki ’96 Olimpiyatları’nda gümüş madalya aldı, hem de sadece Dream Team III’e yenilerek3. Yıkılan iki büyük basketbol ekolünün 3 büyük temsilcisi Hırvatistan, Litvanya ve Unified Team, ’92 Olimpiyatları’nda 2., 3. ve 4. sırayı aldılar; üstüne üstlük, bu devlere kafa tutacak ve hatta onları yenecek kadar üstün olan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti de bu turnuvada mücadele edememişti.

 

yugoslav90

 

Üst düzeydeki saf yeteneğin karşısında, kabartılmış atletizmin bile çaresiz kalabildiğini, ’71, ’72, ’74, ’87, ’88 ve ’90 yıllarındaki turnuvalardan hatırlayabiliyoruz. Dolayısıyla, ’90 yılında ABD basketbolunu çürüten Yugoslavya takımının yarısını ve daha sonra birer efsane haline gelecek Bodiroga, Divac, Djorjdevic, Danilovic, Tomasevic ve Rebraca gibi nice muazzam ismi de bünyesinde barındıran Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin, ’95’te altın, ’96’da gümüş madalya alacak olan ekibiyle ’92’de mücadele edememesi, kadrosunda basketbol tanrılarını barındırıyor olsa bile Dream Team’in, tahtını adilane ve haklı biçimde elde etmediği görüşünü kuvvetlendiriyor aslında. Sonuç? ABD 4 – 1 Dünya. Tie-breaker’a, yani hakemlere, gerek bile yok…

 

Nihayetinde, 1. olmak isteyen, bu yoldaki tüm muteber rakiplerini tek tek ve eksiksiz yenip o başarıyı elde etmek zorundadır. Muteberlikten kastımız, ABD’nin karşısına o turnuvada çıkabilmeyi hak edecek kadar güçlü olabilmek, bu şansı bileğinin hakkıyla elde edebilmektir. Misal, ’91 Eurobasket’te ikinci olan İtalya4 ve ’87 Eurobasket’te altın5, ’89 Eurobasket’te gümüş madalya6 alan Yunanistan gibi basketbol ülkeleri, elemelerin ardından ’92’de yer alma hakkını kazanamadılar ve o yüzden bu tartışmanın parçası değiller7. Fakat Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, bilek hakkı bir yana, katılmasına otoritelerce müsaade edilmeyen, müsaade edilse muhakkak surette etkisini gösterecek olan bir ekip olduğu için, kapsamımızın içine giriyor. Peki bu tabloya göre Dream Team, tüm muteber rakiplerini yenmiş midir? Hayır. Yenebilecek kudrette miydi? Mutlaka öyleydi. Lakin, sahaya çıkmadan, sonucu bilemeyiz. O yüzden, maçın skoruna ve “gollere” bir kez daha göz atalım ve sorumuzu tekrar soralım: ABD’nin şansını arttıran, lehine bir ortam doğuran etmenler nelerdi?

ABD 1 – 0 Dünya.

‘Doping ve yasaklı maddelerin NBA’de (ABD lehine) serbest olması, temizleyici maddeler sayesinde milli takımlarda FIBA’dan ceza almamaları ve oyuncuların lig temposu yüzünden yetenekten evvel kas ve kondisyona ağırlık veren bedenlere sahip olmaları, bu üç etmen sayesinde rakiplerine haksız üstünlük kurmaları

ABD 1 – 1 Dünya.

‘Dream Team’in, aslında mümkün olan en iyi kadrodan müteşekkil olmaması ve kadrodaki bazı isimlerin kariyerlerinin en iyi yıllarını çoktan geride bırakmış, veya henüz bir süre daha yaşamayacak olmaları

ABD 2 – 1 Dünya.

‘Medyanın yarattığı yenilmezlik ve korku illüzyonu

ABD 3 – 1 Dünya.

‘ABD’ye geçmişte nice sorun yaşatmış dev Sovyet ve Yugoslav basketbol ekollerinin siyasi bölünmeler yüzünden parçalanmaları

ABD 4 – 1 Dünya.

‘Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin ’92 Olimpiyatları’nda mücadele etmesine Birleşmiş Milletler’in izin vermemesi

İşte bu tabloyu görünce, ABD’nin ve Dream Team’in, diğer rakiplerle eşit şartlarda karşılaşmadığını ve kazandığı madalyanın da, şanın da o kadar mutlak ve haklı olmadığını düşünüyor insan. Dream Team, rakiplerine maç başına ortalama 30 sayıdan fazla fark atarak şampiyon olsa da, tüm ‘düşmanlarını’ bu yolda devirmediği için, ayrıca oyuncularının tamamı bu oyunu evvela fiziksel üstünlükleriyle oynadığı ve atletizmlerini yasaklı maddelerle tavana vurdurduğu için, bu zaferin ne kadar mutlak ve kesin olduğunu kestirmek kolay değil. Peki, bu ezici üstünlükleri ve rakiplere attıkları farkı göre göre, kadrodaki titanları da hesaba katarsak, başarıyı bileklerinin hakkıyla kazandıklarını inkâr edebilir miyiz? İşte bunu söylemek, daha da zor. Dream Team’in dopingden ârî olduğu konusunda, dönemin milli takım basın sözcüsü Craig Miller’ın ‘1990’dan bu yana tüm takımlarımızı bu testten geçirdik, WADA ve USADA ile %100 uyumluyuz, kimsede doping yok’ minvalindeki sözlerinin* ne kadar samimi ve gerçek olabileceğini ise, USADA’in güvenilirliğini ve WADA’nın ABD’nin bu en ihtişamlı projesine doping gölgesi düşürmeye cesaret edemeyeceğini de hesaba katarak, takdirinize bırakıyorum.

conspiracy-theory-caution_0

Sizleri bilmem, fakat ben, en büyük kapışmanın Dream Team, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya arasında yaşanacağını ve bu 2 süper dev ekolün 4 büyük ekole ayrılmasının, o ekollerden en mühiminin de siyasi ambargo yüzünden saf dışı kalmasının, Dream Team’i epey şanslı kıldığını düşünenlerdenim. Şampiyonu yenmeden şampiyon olunmaz. ABD, o zamana ve bu zamana dek toplanmış en büyük kadrosuyla, o turnuvada son şampiyonları değil, eski şampiyonlardan arta kalanları yendi, SSCB’nin ve eski Yugoslavya’nın karşısına çıkmayarak, belki de onların “ellerinden ucuz kurtuldu”. Yani kısacası, Dream Team, böylesi destansı bir takımın yaratılmasına, var olmasına sebep olan devlerle karşılaşamadan şampiyon oldu8. Gelgelelim, ne yazıktır ki, Dream Team ’88 veya ’90’da kurulmuş olsa, veya ’92’de iki süper dev ekol dağılmasa, bu sonucun, yani Dream Team’in tarihin en büyük ve yenilmez takımı olduğu önermesinin değişip değişmeyeceğini de hiçbir zaman bilemeyeceğiz, çünkü bunu görmek için tüm şanslarımız tükendi… Yazının bitiminde, kararı sizin de vermeniz için, bahsi geçen efsane kadroların ve maçların görüntülerini bulabilirsiniz. Çünkü bu teorilerin hepsinin doğası, tevatür…

Bitirmek demişken; yazıyı bitirirken, doping konusuna birkaç satır eklemek istiyorum. Yukarıda saydığımız etmenler arasında, ABD lehine en büyük somut avantajı veren, kuşkusuz, yasaklı maddeler ve doping unsurudur; öyle ki, ABD lehine bu konuda 1 değil 2 puan yazsak bile yeridir. Onca NBA yıldızı, kariyerlerini evvela yasaklı maddelere, daha sonra fiziksel idmanlara, daha sonra da NCAA’lerden veya başka yerlerden aldıkları basketbol bilgilerine ve bireysel yeteneklere borçlu. Herkes halinden memnun görünebilir, hatta NBA eskisine göre çok daha az fiziksel temas içeren bir oyun yapısını benimsiyor olabilir artık, fakat atletizmi siyahi oyunculara kıyasen daha sınırlı olan beyaz oyuncuların NBA’deki takımlarca giderek daha az seçiliyor olması, yetenekten ziyade atletizmin muteber kılınması, bize futbolda olduğu gibi basketbolda da, oyunun gitgide daha fazla fizikselliğe ve kondisyona dayandığını gösteriyor. Yetenekli oyuncu, koşmazsa ve dipçik gibi bir dayanıklılığa sahip olamazsa, ligde tutunamıyor.

Bu gidişat, günden güne, oyuncuların bünyelerini daha da zorluyorken, ve en son ayakta kalan ve başarıyı kazanan kişi, en güçlü veya en yetenekli değil, en son yorulan kişi iken, bir şeyler değişecek mi peki? Yani biz, yetenekten ve zekâdan ziyade, Kenneth Faried’ler mi seyredeceğiz? İlk Dream Team, sadece fiziksel üstünlük sahibi değildi, aynı zamanda oyunun temellerini de aynı etkinlikte oynayabilen zeki ve üretken titanlardan kuruluydu, gitgide ibre sadece fizikselliğe döndü. Belki bazı oyuncular münferiden bu tempodan şikayet edebilir, ama Dallas Mavericks’in nev-i şahsına münhasır sahibi Marc Cuban‘ı9 saymazsak, bu seneye dek bunun aksi yönünde NBA’e gelen ciddi resmi bir talep yoktu.

Bu sene ise, geçmişte bazı takımların denediği, “gence yaşlıya bakmadan aktif dinlendirme” taktiği bir rutin halini aldı ve çoğu maçta takımların yıldız oyuncuları play-off’lara dinç girebilmeleri adına sudan gerekçelerle oynatılmadı, “dinlendirildi”. Takımlar, basketbolun değişimleri konusunda lig yönetimini beklemeden kurallardaki açıklarla çözümler üretiyorken, yeni NBA Komiseri/Komisyoneri Adam Silver, şimdilik, milli müsabakalara yıldız oyuncular yerine belli bir yaşına altındaki genç NBA oyuncularının yollanmasını destekleyerek, milli takımlar konusunda bir nebze selefi David Stern’in izinden gidiyor gibi görünüyor;10,11 ligde ise, sezon başındakine benzer bir adım atılmasını sağlayabilir, fakat şimdilik sular durgun. Ayrıca HGH (Büyüme Hormonu) testlerinin yapılıp yapılmayacağı ve bu maddenin yasak kapsamına girip girmeyeceği de, tıpkı Biyolojik Pasaport meselesi gibi, halen muallakta12. O yüzden, bu sorumuzun cevabı henüz yanıtını bulamadı.

Avrupa’da bile modern basketbolun takvim yoğunluğuna dair serzenişler mevcutken13, maç temposu konusunda NBA yıldızlarının da beyanatları ortada: NBA-Eurobasket-Dünya Şampiyonaları üçgeninde on küsur senedir arka arkaya gıkını çıkarmadan boy gösteren, hem de her maç 30 dakika sahada kalan Dirk Nowitzki, tepkisini dile getiriyor bir süredir14. Ama bu hususta en etkili olacak söz ise, LeBron James’ten geldi bu sene. Yeni sezonun başlamasından evvel oynanan hazırlık maçlarından bazılarında NBA yönetimi radikal bir karar alıp, maçların 12’şer değil 11’er dakikalık 4 periyot halinde oynanması usulünü denedi, ve bu deneyin gerekçesi olarak ise, yukarıdaki paragrafta değindiğimiz üzere, oyuncuların daha az yorulmasını amaçladıklarını açıkladılar. Tarihin görüp görebileceği en aykırı ve üstün atletizmine sahip oyuncuların başında gelen LeBron’un, Nowitzki’ninkine benzeyen isyan niteliğindeki tepkisi ise netti: “Maçların dakikalarını azaltacaklarına, maç sayısını azaltsınlar…”15

 Madem yazıya dopingle başladık, ve ABD’nin üstünlüğünden en çok dopingi sorumlu tuttuk, son sözümüz de, yine yasaklı madde ve doping kullanımı ile ilgili olsun: Kevin Duckworth, Wayman Tisdale, Manute Bol ve Armen Gilliam gibi eski NBA oyuncularının genç yaşta sağlık problemlerinden ötürü ölümleri basketbolseverleri yasa boğmuştu. 2015 senesi de, basketbola bereketiyle, ayağının uğuruyla gelmedi ne yazık ki. Ocak ayından Mart ayına kadar, 80’li ve 90’lı yılların meşhur NBA oyuncularından Portland’lı Jerome Kersey, Avrupa macerasından sonra New York ve Milwaukee ile hafızamızda yer eden dev yürekli “kemikkıran” Anthony Mason, yazımıza da konu olan, namıyla meşhur Roy Tarpley, Eurobasket ’93’ü kazanan Almanya’nın lideri, NCAA ve Avrupa efsanesi Christian Welp ve Bulls’un ’96’daki şampiyonluk kadrosunda bulunan görev adamı Jack Haley, kalp krizi ve solunum yetmezliği sebepleriyle, 50 yaş eşiğini geçemeden vefat etti. Ortak noktaları ise, bir vakitler hepsinin bu yasaklı madde kullanım rutininin bir parçası olmasıydı. Bu zamansız ölümler, sizce tesadüf mü?…

KAYNAKÇA:

 Serbia and Montenegro

Fiba Archieve 1

Fiba Archieve 2 

Fiba Europe 1

Fiba Europe 2

Fiba Europe 3

Fiba Archieve 3

Gutenberg  ve Wikipedia 2 linklerinde, ‘92 Barcelona Olimpiyatları başlığı altından ilgili açıklamaya ulaşabilirsiniz.

Lakers topbuzz.com

 Cbs sports

Sheridan Hoops 1

Sheridan Hoops 2

Sporting News

Basket faul 1

 Nba gunlukleri

 Basket faul 2

DREAM TEAM:

1990 DÜNYA BASKETBOL ŞAMPİYONASI YARI FİNALİ (YUGOSLAVYA – ABD):

KARAR, SİZİN…

Yazarın diğer yazılarına erişmek için tıklayın

 

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Son Haberler

AMATÖRCE

Yedigimiz iki gol de olacak iş değil. İlkinde ortada fol yok yumurta yok. Rakibin ne baskısı var ne pozisyonu....

Benzer Konular