https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

EL PISTOLERO SON KURŞUNU EL ANGLIRU’NUN ZİRVESİNDE SIKTI

Okunması Gerekenler

El pistolero son kurşunu El Angliru’nun zirvesinde sıktı (9.Eylül.2017)

Önce can, hem benim eşimin adı değil ki Canan. Soğanın halkalarını takip edersek bugün benim yeryüzündeki cennetim, sevgili eşimle nikah defterini imzalayışımızın yirmidokuzuncu yılı. Aslında flört etmeye başlayalı çoktan otuzüç yıl oldu ve bu kıdem fotografta daha havalı dururdu.

 

Ülkem içinse bir Kurtuluş Savaşı destanının Ege’nin menevişlenen sularına eriştiği gün. Ne mutlu ki Dünya tarihindeki pek çok harb zaferinin aksine İzmir’in kurtuluşu bir hikayenin sonu değil yepyeni bir Cumhuriyet kurabilmek için Atatürk ve dava arkadaşlarına muazzam bir kredi sağlamıştır. Ve onlar da bu tarihi fırsatı bireysel hırs ve çıkarlarına feda etmeyerek bizlere hür, saygın ve umut dolu bir vatan bırakmışlardır. Minnettarız velakin kaşınmaktayız. Allah hepimize akıl fikir ihsan eylesin ve doğru yolu göstersin…

 

Yazımızın konusu ise La Vuelta’nın sonunda kraliçe etabını kazanarak bisiklet kariyerine veda eden Contador, nam-ı diğer silahşör (El Pistolero)

 

Bisikleti severim. Bisiklet özgürlüktür. Hem binerim, hem seyrederim. Ama bildiğimi iddia edemem. Zaten bu spor yazılarımın hiçbirinde ahkam kesmek gibi niyetim olmamıştır. Eğer sizlere öyle geldiyse kürkümdendir. (şişman gösteriyor) Ben hesapsızca hissiyatımı, aklıma geldiği gibi klavyeye döküyorum. Sizler de lütfedip okursanız, yirmilik misina gibi karışmış satır aralarını sabırla çözerseniz ne mutlu bana.

 

Sporun hangi dalında olursa olsun, uluslararası bir yarışmada kürsüyü hedeflemek çok büyük bir özveri, çalışmak ve yetenek gerektirir. Politik oyunlar, doping kandırmacaları ve .bne hakemleri pas geçersek sporda başarının özü tek kelimedir: Çalışmak! Kusana kadar antreman yapmak, artık bir milim daha ileri gidecek haliniz kalmadığında on metre daha devam edebilmektir. Herkes sıcacık uykulardayken, kargalarla kahvaltı edip antremana gitmektir. Binlerce kez tekrar ettiğiniz ısınma hareketlerini sanki ilk kez yapıyormuşcasına ciddiyetle icra etmektir. Sakatlanmaktan sakınmaktır. Ama değeceğine inandığınızda, sakatlanma pahasına da risk almaktır. Milyonlarca lisanslı rakibinizden elene elene finale gelen bir avuç atlete finiş çizgisinde atlet 10, don 5 TL diyebilmektir. Binlercesi o son mücadele eden kadro içinde yer alabilmekle yetinip torunlarına fotograflar gösterir, bir kısmı parmaklarının ucundan bir kramp, bir patlayan lastik ya da kaza sonucu yitip giden madalyaya hayıflanıp durur. Çok azı, düşünemeyeceğiniz kadar azı, ihmal edilebilecek kadar azı, o kürsüye çıkabilirler. Onların içinden sadece bir tanesi birinci gelir. İşte o şanslarını inançla, çalışmayla kendileri yaratan şampiyonlar spor tarihini yazarlar. İsimleri nesiller boyunca yankılanır durur.

 

Aslında iki üç yıl daha farklı rollerde kolaylıkla idare edip büyük takımlar içinde ciddi paralar kazanma şansı varken Contador TdF sonrası zirvedeyken bırakmaya karar verdi. Dante gibi ortasına bile gelmemişti ömrünün. Sadece bu karar bile muazzam bir özveri ve samimiyet gerektiriyor. O güne kadar yaşanmış anlarınızın ezici çoğunluğunu kapsayan bir aktiviteyi, hem de hala Dünya’nın ilk onu içindeyken bırakıyorsunuz. Para, şan, şöhret belki kişiye göre feda edilebilir değerler olabilir; ancak iyi bir sporcu için rekabet asla ikinci plana atılabilecek bir duygu değildir. Birinci gelmenin değeri parayla, sosyal medyadaki tıklanma sayılarıyla ifade edilemez.

 

Üç haftalık bir büyük turun son etabına kadar hep denedi. Yeri geldi 2000m üzeri irtifada atak yaptı. Yeri geldi kedi-fare oyunundaki grubu darmadağın etti. Ama hepimiz biliyorduk ki gönlündeki aslan 1935 de ilk kez koşulduğunda Vuelta programında olan o efsanevi Alto de l’Angliru idi. Genel klasmanda Froome’un başına bir felaket gelmezse birincilik şansı yoktu. Hatta kürsüyü bile muhtemelen göremeyecekti. Gerisinde 160km üzerinde zorlu bir parkur ve çok yıpratıcvı bir ara tırmanış bölümünü bırakmıştı. Herkes köpekbalığı Nibali’den atak beklerken eğimler henüz tek dijitlerdeyken ayağa kalktı Contador. Tek başına Sky Team’i ve Froome’u geride bırakması çok zordu. Bir başka takımdan hayranı olan genç bisikletçi ona eşlik etti. Arlarında on yaş vardı; ama genç olan on dakika bile Silahşör’e ayak uyduramadı…Artık eğimler duvardan hallice dikliğe ulaşmıştı. Pedal basanlar bilirler, uzun bir parkurun sonunda bir kilometrelik bile olsa %5-6 eğim burnunuzdan bir güğüm ana sütü sağdırır. Burada 5km ve %25 eğimlerden bahsediyorduk. Karşıdan esen güçlü rüzgardan söz etmiyoruz bile. Yani, Stallone Rocky 76’yı çekse ancak bu kadar abartabilirdi. Ha düştü ha düşecek derken o sislerin arasından belirdiğinde çılgına dönen İspanyolların Gracias Contador çığlıkları ve yerlere kazınmış saygı sözlerinden aldığı dopingle bir daha ayağa kalkıyordu. Bu gibi durumlarda kalbiniz zaten 5-10-15 diye atar ve gözleriniz kararır, dizlerinizde kor kömürler, baldırlarınızda peşpeşe kramplar ve mide bulantısı ve de en şaşrıtıcı olanı boyun kaslarınızdaki spazmlar…sol omuzunuzdan haykırış gelir: “bırak artık bitsin bu acı…zaten herkese gösterdin ne kadar büyük olduğunu” ama heyhat içinde onca yıl ter ve gözyaşıyla damıttığın rekabetçi ruhun sağından yankılanır: “hayır…bırakmak yok…acı yok…yorgunluk yok..birincilikten başka başarı yok”

 

Seyircilerin abartılı sevinç gösterileri, dokunma ya da özçekim çılgınlıkları dışında eğimin birkaç derece düşük olduğu virajın dıştaki köşesini de kullandırmadılar. Düşünebiliyor musunuz? Sabahın köründe binlerce metre yukarı tırmanıp finişe yakın bir yer kapmışsınız. Bekliyorsunuz…Saatlerce…Hava soğuk ve sisli…Ne oturacak yer ne sığınacak bir dam…Saatlerce bekliyorsunuz. Ve o dumanların arasından bembeyaz dişlerini sıkmış kulaklarından bile nefes alarak sizin kahramanınız geliyor. Pasolig ile çatıdan infrared ısıtmalı koltuklarına maçtan beş dakika önce kurulan ve tüm yaptıkları gönül verdikleri takımın futbocularına, antrenörüne ve kulüp başkanlarına sövmek olan bir seyirci profiliyle yüzbinlerce kişinin çocuklarını alıp o zirvede tüm gün bir an görebilecekleri bisikletçileri bekleyişi arasındaki spor anlayışı, seyirden zevk alma yeteneği ve de rekabet kültürü arasındaki fark zaten matbaanın ülkemize gelişindeki iki asırdan pek de farklı değil. Ayak topununu keçi boynuzu misali çiğneyenlerin “ne bu yahu? Bak bak sırt-kıç gör” şeklinde özetledikleri 150-200km yi ortalama 40km süratle giden yüzlerce bisikletçi aslında o ülkedeki manzaraların, tarihi ve kültürün de içinden geçip gidiyorlar. Ama bizde sporu çok iyi bildiklerini iddia edenlerin baktıkları hızlı tren misali daha ilk virajda yoldan çıkıp savruluyorlar.

 

Matruşka gibi içi içe hikayeler, kaçış grubundan pelotona, puan kapılarından farklı mayo rekabetine kadar binbir hikaye barındıran bir sporu sırt-kıç eksenine indirgemek de zaten tam bize yakışacak bir yaklaşım olurdu. Mesela, artık genel klasmanı alacağı belli olan Froome neden yokuşun son bölümünde takım arkadaşıyla atağa kalktı. Atak dediğim de %25 eğimde 80-90 cadence ile birkaç dakika pedal basmaktan bahsediyorum. Gerçi bir 500m daha olsaydı bu tempoyla Contador’un şahikasını hak ile yeksan edebilirdi; ama esas olan o içindeki rekabetçi ruh, Genel Klasman yetmez! Puan mayosunu da almalısın diye adrenalin pompalıyordu. Silahşör’ün muhteşem vedası arasında kaynayıp gitmesin: Froome da TdF ile Vuelta’yı peşpeşe kazanan ilk sporcu oldu.

 

Giro ile başlayan yaz mevsimi böylece sona erdi. TdF da Quintano, Vuelta’da da Nibali hayal kırıklıkları oldular. Distorsiyonları bi sittiredin, bisiklete binin. Düşmemek için ilerlemek gerektiğini anladığında, dönerim sandığın virajda Flash gibi apex’in kenarına yapıştığında, rampada temponu kaybettiğinde tıpkı hayatta olduğu gibi geriye düştüğünü gördüğünde, rüzgarın aslında ne amansız bir rakip olduğunu göğsünde hissettiğinde ve önündekinin tekerini kaybetmenin sana ne kadar ekstra enerji harcattığını liflerinde hissetiğinde, nabzın limitlerini aştığında ağzından nefes alırken yuttuğun sineği öksürerek çıkartmak yerine en iyisinin biraz üzerine su içmek olduğu tecrübe ettiğinde, o küçücük çakılş taşının L4L5 omurganın içinde nasıl hissedebildiğini gördüğünde…

 

Sittiret…Yaşasın Bisiklet!

mail: attilla.saylan@abcspor.com

 

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Son Haberler

FENERBAHÇE GİBİ

Önce kızlarımızı kutlamak istiyorum. 2 sene üstüste Euroleague şampiyonluğunu kazanan kadın basketçilerimize ve böylesine yetenekli ve karakterli oyunculardan oluşan...

Benzer Konular