https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

HIRS

Okunması Gerekenler

HIRS

Harese, Arapça eski bir kelimedir. Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. ‘Harese’nin anlamı şudur: Çöl gemileri olarak da adlandırılan develer üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürüyecek kadar dayanıklıdır. Fakat bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider, yedikçe kanar, kanadıkça da yemeye devam eder.
Bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa deve kan kaybından ölür. Bu dikenli bitkinin adı ‘harese’dir. En başta belirttiğimiz gibi hırs, ihtiras, haris gibi kelimelerin kökü buradan gelir. Adeta insanlığın kaderi de develere benzer, tarih boyunca hep birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz.

9. yüzyıl’da yaşayan Özbekistanlı muhaddis Buhari’ye göre insanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister; onun gözünü ancak toprak doyurur. İnsan haris ve tamahkâr bir tabiata sahiptir ve bu duygunun dizginlenmesi, nefsin terbiye edilmesi gerekir.
11. yüzyıl düşünürlerinden Endülüslü İbn Hazm’a göre haset duygusundan tamahkârlık, tamahkârlıktan da hırs doğar. Buna göre hırs, nefiste yerleşmiş olan tamahkârlığın dışa yansıma halidir.

Kötü anlamda hırs insanoğlu için üç farklı şekilde vardır. Bunlar, zengin olma, mevki ve kuvvet hırsıdır. İnsan eğer kendi içindeki egosunu ve nefsini yontamamış, tımar edememiş ise bu üç hırsın esiri olarak kendisine ve çevresine zarar vermekten kaçınmaz, kaçamaz…
19 Nisan 2021 tarihinde Avrupa’nın 12 önemli kulübünün baş kaldırması ile başlayan ve şimdilik halının altına süpürülen Süper Lig projesini değerlendirirken böyle bir giriş yapmak, bu oyundaki aktörleri daha iyi anlamak ve durumu analiz etmek için elzemdir.

1951 yılında 6 Avrupa ülkesi tarafından kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nde gözüken amaç ticari olsa da 5 tanesi daha 6-7 sene öncesine kadar Almanya işgali altında olan ülkelerin gizli gündemi kendilerini fiziken sağlama alma çabasıydı. Aslında Fransa ve Almanya’nın birbirleri ile savaşa bir daha girmemeleri için düzenlenen plana eklenen 4 ülke ile ortaya çıkan bir birliktelikti.

Devam eden yıllarda bu birliğe katılan ülke sayısında artış olunca ismi ve amaçları da revize edildi. Kerhen girenler, alınmasına rağmen girmeyenler, girmek için bir gün önce stadın kapısında sabahlayıp hala giremeyenler derken bugünlere kadar gelindi.

Bugüne gelindiğinde, artık Büyük Britanya’nın olmadığı, birliğin sadece ismen birlik olduğu iddialarının dillendirildiği bir ortamda yaşadıklarımızın çok da sürpriz olmaması gerekir.
Brexit sebebi ile artık İngiliz oyuncuların Avrupa’da serbest dolaşımının kısıtlanması ya da mütekabiliyet sebebi ile İngiltere’ye gelecek oyuncunun yabancı olması durumu AB’nin alacağı bir karara bakacaktır, olmadığı için yorum yapmayalım, ama içinde bulunduğumuz durumu ve bu işin geleceğini ekonomik ve sosyal açıdan yorumlarken bu ihtimalin de aklımızın bir köşesinde bulunmasında fayda var çünkü pazarlama açısından futbolun NBA’i muamelesi gören PL’nin böyle bir risk ile karşı karşıya olmasının o ligin “Big Six” diye tabir edilen takımlarını mutlu etmeyeceği muhakkaktır.

İşin başını çeken Perez, Laporta ve Agnelli’nin kaygısı ise daha farklıdır. 90’lı yılların sonlarından beri PL ile ligsel bir rekabet içinde olan La Liga’nın bipolar yani sadece iki takımın rekabetinden oluşan hatta son zamanlarda sadece ikinci oyuncudan ibaret yapısının Ronaldo’nun ayrılması ile büyük darbe yemesi ve reytinglerin düşüş eğiliminde olmasıdır. İspanya’nın devleri Real Madrid ve Barcelona’nın öteden beri çok para harcama eğiliminde olması, enflatif oyuncu transferleri reytingler iyiyken idare edilebilirken, düşen reytingler ve gelirler akabinde kontrol edilemez bir hal almıştır.

Benzer durum İtalya’da da geçerlidir. 90’ların sonu 2000’li yılların başına kadar belki de Avrupa’nın 1 numaralı ligi olan Serie A’nın tek takım üzerinden ilerleyen akışı hem reytingleri düşürmüş hem yerel rekabetin azlığı ile Juventus’un yıllardır umduğu CL Kupası’nı almasına engel olmuştur. CL’nin en çok final kaybeden takımı Juventus’un sahibi Agnelli’nin amacı harcadığı rakamların bir karşılığı alabilmek ve düşen reytingi yukarı çekebilmek gibi gözükmektedir.

Aslına bakarsın İspanyollar ve İtalyanlar AB’nin her zaman, kuzey üyeleri tarafından, para yiyen sıkıntılı çocukları olarak görüldü. Turizm ve tarım sübvansiyonları ile büyük destekler aldılar ama sanayileşmiş kuzey içten içe onlara hep para harcama delisi şımarık Akdenizli muamelesi yaptı. İngiltere zaten, özellikle halk nezdinde, hiçbir zaman kıta Avrupası’nın birliği içerisinde kendisini görmedi. Brexit öncesinde İngiltere’ye gittiğinizde birçok dokümanın üzerinde “The UK and Europe” ibaresini görürdünüz, bu da bilinç altını yansıtıyor sanırım. Futboldaki bakış açılarının da karşılıklı olarak bunlardan farklı olması düşünülemezdi.

Bu bakış açısı zaten Fransa ve Almanya’yı bir cephede konsolide ederken diğer 3 ülkeyi karşı cepheye itti. 1951 yılında kurulan birliğin ana amacını hala taşıyan bu iki ülke, kardeş kardeş oturun uslu çocuklar olun telkinin yanı sıra liglerinde işler tıkırında olduğu için bu tip bir maceradan uzak durmayı tercih ettiler.

21.yüzyılın bizlere öğrettiği kavramlardan bir tanesi de Z kuşağı dediğimiz tüketimi ön plana alan, ihtiyaçlarına hızlı erişmeyi seven, işin felsefesinden ziyade icrasını tercih eden jenerasyonun yavaş yavaş sahnedeki yerini almasıydı. Ayrılıkçı kulüplerin birçoğunun ana hissedarı olan Amerikalı sermayenin de bu işi provoke etme sebebi de bu argümandır.
Siz tipik bir Amerikan ailesini hafta sonu maça götürüp onlara, örnek veriyorum, hot dog-bira kombinasyonu eşliğinde bol skorlu, nispeten daha yüksek adrenalinli bir ortamda hafta sonu “entertainment”ı vaat edebilirken; aynı aileye maçtan bilmem kaç saat önce gelmeyi, tüm maç boyunca oturamama ihtimalini, sürekli yapılan gürültülü tezahüratı ve geçecek 2 saat sonunda bu etkinliğin 0-0 bitme ihtimali olduğunu vaat ettiğinizde alacağınız cevap bellidir. Avrupalı bir adam 0-0 bitebilecek bir maça da gider çünkü orada aidiyet işin felsefesi üzerinden yorumlanabilmektedir.

İşte toplumun yükselen yıldızı Z kuşağının herhangi bir kıta fark etmeden tüketme tandansının içerisinde olması Avrupa’da ve özellikle futbolda bir Amerikan perspektifi oluşturma fikrini bu adamların aklına düşürmüştür. Bakmayın siz Perez’in gerekirse maç sürelerini 70 dakikaya düşürürüz dediğine, inandığından söylediğini düşünmüyorum, onu da okyanus ötesinden telkin ediyorlardır çünkü futbolun artık sıkıcı kaldığını, yeni neslin oturup 90 dakika canlı maç seyretmek istemeyeceğini ön görüyorlar.

Bütün bunlar olurken bence Super Lig çetesinden pek bir farkı olmayan, tek farkı onlardan daha önce kurulduğu için futbolun legal organı olan UEFA’nın ne şiş yansın ne de kebap diyerek dostları alışverişte görme çabası da işi daha dramatik hale getirmektedir. Son yaptıkları CL formatı ve ver (eme) dikleri cezalar ile zaten ne durumda olduklarını gösterdiler. Şu anda içinde bulundukları durumun özeti, sen benden habersiz nasıl bu pastayı paylaşırsın, haber versen biz de gelir iki dilim alırdık, mentalitesidir.

Aslına bakarsanız başa dönecek olursak bu işin temelinde kontrol edilemeyen bir hırs yatmaktadır. Başkanların bırakmak istemedikleri mevki hırsı, kulübe hâkim olan zihniyetin kuvvet hırsı ve futbolun içindeki aktörlerin para hırsıdır. Kazanalım, popüler olalım, onun sonucu olarak iş hayatım da nemalansın, vesaire. Hep kazanalım, daha çok kazanalım ve daha çok harcayalım anlayışı insanların sağlıklı ve mantıklı düşünme hasletlerini elinden almıştır. Kulüpler, gençler için spor imkânı sunan, insanların temaşa etmesi için organize olan yapılardan acımasız rekabetin hüküm sürdüğü şirketlere dönüşüp şirazelerini kaybetmişlerdir. Bir kulüp neden milyonlarca dolar kar peşinde olur onu hiç anlamadım. Sanayi firması olsan yeni alanlara yatırım yaparsın, istihdam yaratırsın daha çok kişi evine ekmek götürebilir. Futbol işinde trilyon karın da olsa, zarar da etsen istihdam ettiğin adam sayısı aynı, direkt etkileşimin olan insan sayısı da sabit kalabilmektedir.

Yukarıda alıntıladığım İbn Hazm’ın sözünde olduğu gibi haset duygusu insanlara neler yaptırıyor. Rakibim onu aldı, ben de bunu alayım. Fiyat hiç önemli değil, sar oradan iki tane santrafor; benim TV yayınım neden ondan az, bana da vermezsen çıkarım bak UEFA’dan gibi aklın tutulduğu kararlar tüm paydaşları dibe sürüklüyor.

Kanaatimce, burada asıl çözülmesi gereken maliyetlerin düşürülmesi hususu olmalıdır. UEFA ile kulüplerin bir araya gelip bu konuya eğilmesi zaruridir. Bunun NBA’nin yaptığı gibi salary cap ile, bonservis taban ve tavan limitleri ile, transfer adedi limitleri ile, menajerlik komisyon limitleri ile, tesis sübvansiyonları, alt yapı destekleri ve akademi oyuncusu oynatma limitleri ile tartışılabiliyor olması gerekir. UEFA’nın alt yapılara on beşer milyon Euro para aktarma adı altında verdiği cezalardan ziyade o paraların nasıl efektif kullanıldığının ve o paralar ile yetişen çocukların kaç tanesinin CL futbolu seviyesine çıktığının denetlenmesi gerekir. Bu şekilde takımlar arası makas açılmaz ve asıl o zaman kıta futbolu, NBA gibi, daha da pazarlanabilir hal alır.

Tarihleri yıllara yayılmış, geçmişleri başarılarla dolu, 3-5 sene bir şey kazanmasa bile büyüklüğünden hiçbir şey kaybetmeyecek, tabir-i caizse, deve dişi gibi kulüpler ve futbolun anası UEFA harese otunu yedikçe daha çok yemek istiyorlar ama futbolun ruhunu ve kendilerini katlediyorlar acaba bunun farkındalar mı?
Yorumu size kalmış.

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu günler diliyorum.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

 

Son Haberler

FUTBOLUN BİTTİĞİ GÜN

Olmaz olsun böyle lig. Olmaz olsun böyle galibiyet. Yeter artık Fenerbahçe'nin bu ülkede maruz kaldığı muamele. Lanet olsun Fenerbahçe'yi senelerdir ırkçılık derecesinde...

Benzer Konular