https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

LEKUM DİNUKUM

Okunması Gerekenler

Başlığı görünce uzun süredir yazmıyordu derin mevzulara mı kaydı diye düşünebilirsiniz ama hayatın her evresini sığlık ya da derinlik gözetmeksizin anlamaya çalışmak ve yorumlamak insanın “raison d’etre” yani yaradılış sebebidir de diyebiliriz.

Şubat ayındaki büyük afetin akabinde, daha sonra göstermelik olduğu anlaşılacak, yaşanan ateşkes, fani hayatlara geri dönüldükten sonra, tarihin tozlu raflarına kalktı. Hoş bu ateşkes ortamının sonsuza dek böyle devam edeceğini düşünen var mıydı bilmiyorum, olduysa da büyük ihtimalle daha önce curling, golf falan takip ediyordu ya da çok fazla film seyrediyordu da diyebiliriz.

Rekabetçi spor aslında zero sum game yani toplamı sıfır olan bir oyun gibi gözükse de aslında konulan gerçekçi hedefler doğrultusunda pekâlâ win-win (kazan kazan) ortamına dönüştürülebilir. Ama ülkemin insanının vücudunda histaminik etkiler bırakan strateji ve planlama gibi ibareler bizim bir arpa boyu bile yola gidemememizdeki önemli sebeplerden birisidir.

Özellikle ülkemizdeki genel sorun, yönetmekten ziyade idare etmek olduğu için maslahat (idare etme) ana düsturdur. Bunun sportif faaliyetlere yansıması da kaçınılmaz bir sondur.
Türkiye’de spor yöneticiliğinin temelleri ağlamayana meme yok, ben itiraz etmezsem başkası orayı nasıl olsa dolduracak bu sebepten haksız bile olsam itiraz edeyim de işim görülsün ve düşmanımın düşmanı dostumdur politikaları üzerine kurulmuştur.
Bir kurumu ilkeler ve bunun üzerinde yükselen vizyoner ama gerçekçi hedef ve stratejiler etrafında yönetmek varken taraftar irrasyonelliğine bile rahmet okutacak seviyede yönetmeye çalışmak tamamen garabettir.

Taraftar irrasyonelliği rahatlıkla ayrı bir yazı konusu olacak, kanaatimce, hiçbir mantığın açıklayamadığı bir olgu iken yöneticilerin ondan daha da beter durumda olmasını varın siz düşünün zira icranın başındaki kişilerin akıl tutulması yaşaması taraftarın yaşamasına göre her zaman daha vahim bir durumdur.

Türkiye’de kulüp yönetme nedir dediğimizde MHK ve onun kurullarına çamur atmak, her maç sonrası VAR kayıtları istemek, yabancı kuralına sürekli itiraz etmek, kendi başarısızlığını rakipler üzerinden kamufle etmeye niyet etmek, kendi reklamını takımının başarısı üzerinden yapmak gibi daha nicelerini sayabileceğimiz konu başlığı karşımıza çıkar.
Adamın maçında hakemlik bir problem yok maç bitince VAR kayıtlarını istiyor, neden diyorsun benim aleyhime daha önce açıklandı ama olsun biz yine de isteyelim kayıtlarda dursun maksat kaos olsun demeye getiriyor; yabancı kuralının değişmesine karşıyım diyor, senin takımın yabancı sınırı olmadan daha güçlü diyorsun ama rakibime yaramasın diyor; boş kaleye ben mi atamadım diyorsun ama rakibimin kayırıyorlar bizi zaten şampiyon yapmazlar diyor vesaire vesaire.

Burada da gördüğümüz gibi kimse kendi kulvarında bir hayat inşa etmek istemiyor. Atletizm ve yüzmenin temel kuralı olan başkasının kulvarına tacizde bulunmama hususu aslında hayatın ana felsefesi olmalıdır. Hayat herkese bir kulvar belirler ve sen orada ilerlersin. O yolda senin en büyük desteğin başlarken yaptığın planlar ve koyduğun gerçekçi hedeflerdir. Burada en kritik nokta kulağını kapatıp kendi işine bakmak ve kendi düşüncelerini diğer paydaşlara ihraç etmek için yırtınmamaktır. İnsanlar zaten beraber yürüdüğü ya da hayat boyunca karşılaştığı insanlardan feyz alır, dersler çıkarır ama iş fikir empoze etmeye gelince sıkıntı orada başlar zira her kıyafet herkesin üzerinde aynı şekilde durmaz, duramaz.
Benim hiç hazzetmediğim düşünce ihracatı özellikle sosyal medyanın da pompalaması ile taraftarların ve yöneticilerin olmazsa olmazı haline gelmek üzeredir. Öncelikle şunu belirtmem gerekirse, çocukluktan beri tanık olduğumuz bir gerçek vardır, o da hayatta iki konu başlığında karşı tarafı ikna etmek neredeyse imkansıza yakındır. Bir futbol iki de siyasettir.

Siyasette bile bir ihtimal varken futbol ya da başka majör spor dallarında bir tarafın diğer tarafı ikna etmesi diye bir şeyin söz konusu olması pek imkân dahilinde bulunmaz. Herkes kendini en büyük, en iyi ve en haklı görür ve bunu kendi içine atmaz, dışarıya yansıtır çünkü spor taraftarlığının büyük bir kısmı başkasına büyüklük taslamak üzerine kurulur. 5-6 yaşındayken nedenini bilmeden seçtiğin bir kulübün diğerine yenmesi üzerinden kendine pay çıkarıp insanlar üzerinde tahakküm kurmaya çalışmanın kibar ismidir çoğu yer ve zamanda taraftarlık.

Yukarıda bahsettiğim gibi sosyal medyanın da aracılığı ile bu ihracat katlanarak büyür.
Sosyal medya taraftarın birbirine nispet yaptığı, rahatsız edici şekilde aşağılamalardan geçilmeyen, bence sağlıksız olan, bir mecradır. Akıl yoktur, duygular hakimdir. Gün geçtikçe tüm paydaşların karar alma mekanizmasında sosyal medya orijinli kaotik ve karmaşık durumun etkisi çok büyük hal almaktadır. De facto olarak kulüpleri, sporcuları, geleneksel medyanın aktörlerini, hakemleri ve federasyonları sosyal medya adlı bu enstrüman şekillendirmektedir.
-Onun takımı santrafor aldı bizde alalım.
-İyi de senin sağ bekin yok.
-Olsun santrafor alalım, herkes alıyor.
ya da
-Bu sene kesin şampiyon olmalıyız.
-Takım yeni kuruldu 2-3 sene zaman versek.
-Olur mu rakiplerimiz şampiyonluğa oynuyor biz geri kalamayız.
-Onlara gücümüz yetmeyebilir ama,
(8 ay sonra lig üçüncü ya da dördüncü bittiğinde)
-Gücümüz ancak bu kadarına yetecekti, zaten belliydi.
-Olur mu hakemler hakkımızı yedi, önümüzü kestiler!!!!!

Bu ve buna benzer diyaloglara siz de sosyal medyada, günlük hayatınızda ya da tribünde tanık olmuşsunuzdur.

Uzun lafın kısası, nasıl bu hayatı yaşarken herkesin kendi yolu var ve o yolda bahtına ne düşerse diyebiliyorsak sporda da durum benzeridir. Sana ne herkesten sen kendi işini düzgün yapabiliyor musun ona bakmalısın.

Örnek vermek gerekiyorsa herkes yabancı alıyorsa sen de almak zorunda mısın? Sen stratejini ve planını Türk oyuncu ile yaparsın adam 11 yabancı ile yapar. Sonuçta pasaportlar değil sahadaki oyun kazanır. İtirazı edenlerin de en büyük sığındığı bahane de “biz yerli sporcuyu, Türk gencini düşünüyoruz” olur, tabi yersen!

Yabancı oyuncu yerli oyuncu yoktur; iyi oyuncu kötü oyuncu vardır. Sen iyi oyuncuysan Mars’a bile gitsen zaten sen oynarsın ve bunun yanında etrafındakilerin de performansını yükseltirsin. Bu sebepten iyi oyuncudan korkmamak gerekir, varsın gelsin, varsın oynasın çünkü herkese değer katar.

Sözümü yazımın başlığı ile bitirmek isterim.
Ortadoğu coğrafyasında kullanılan benim de çok sevdiğim bir sözdür:
Lekum dînukum veliye dîn
Senin yolun sana, benim yolum bana anlamına gelir ve yukarıda yazdıklarımızın tamamını bir cümle ile özetler. İşini doğru planlayıp doğru yapana o yol gülistan başkasının yolunda gözü olana diken bahçesi olur. Anlayana!

Herkese sıhhat, spor, akıl ve huzur dolu günler diliyorum.

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Son Haberler

FENERBAHÇE GİBİ

Önce kızlarımızı kutlamak istiyorum. 2 sene üstüste Euroleague şampiyonluğunu kazanan kadın basketçilerimize ve böylesine yetenekli ve karakterli oyunculardan oluşan...

Benzer Konular