https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

PERİLER EUROBASKET YOLUNDA…

Okunması Gerekenler

Evvela belirtmek gerekir ki, Avrupa kadın basketbolu bir geçiş dönemini yaşıyor ve pek çok ülke, bir önceki jenerasyonda kendisini bir yerlere getiren bayrak oyuncularını, sembol isimlerini kaybettiği için ekolünden yoksun kalmanın sancısını yaşadı. Bu da, başta Letonya olmak üzere nice ekibin gruplarda beklediği neticelerden uzak kalmasına sebep oldu ve Belçika ile İspanya dışında tüm ülkeleri başarı adına arayışlara itti.

Yine bu yüzden, eskiye nazaran artık ismi bir çırpıda zikredilebilen, millî formayla özdeşleşmiş oyuncu sayısı da azaldı ve 2021’deki şampiyona nice deneysel performansa da sahne olmaya aday görünüyor. Elbette ki İspanya ve Fransa (ve de Meesseman’lı bir Belçika) her zamanki gibi birer madalya adayı konumunda, fakat diğer takımlar arasındaki farkın çoğunu, devşirilen ABD’li oyuncuların kalitesi belirleyecek.

A Grubu: Belarus, kendisini devleştiren ‘titan’dan, yani Leuchanka’dan yoksunken, tüm yükü yine veteranlara (Verameyenka, Snytsina, Ziuzkova, Likhtarovich) bindirip, top dağıtımını da gerçekten vasat bir ABD’liye (Bentley) emanet ettiği için işini zora sokuyor. Hasper hiçbir şekilde as pivot ışığı saçan bir oyuncu olmadığı için, boyalı alandaki tek güçleri tecrübe. Ama onların böylesi kısır bir düzenle nereye kadar gideceğini, bu ihtiyar kadro içerisindeki yegâne yıldız adayı uzunun, yani Papova’nın ışığı belirleyecek. Gençleşememek, onlara pahalıya patlayabilir. İsveç ise, Eldebrink kardeşlere (özellikle de Frida’ya) sahip olduğu sürece, hiç değilse Slovakya’yı alaşağı etmek için ümitlenebilir. Elin Eldebrink kendini epeyce olgunlaştırdı ve Halvarsson – Fontaine ikilisi de üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor. Zahui ve devşirme Loyd haricinde bu ekibin jokeri zaten yok sayılır; Loyd da kendisini sadece büyük maçlara saklıyor. Slovakya, Zirkova ve Ruzickova da ayrıldıktan sonra yıldızsız kaldığı ve devşirme barındırmadığı için tam bir “total basketbol” kıvamını benimsedi. Zaten bu sayede zor da olsa Macaristan ve Hollanda’yı geçip turnuvaya katılabildiler. Uzun ve dayanıklı isimleri barındırmayı sürdürüyorlar, fakat maç sonlarında iş dönüp dolaşıp Oroszova – Balintova ikilisinin iç-dış dengesini kurmasına ve Jurcenkova gibi bir veteranın pota altındaki direncine kalıyor. Eğer Jakubcova’yı da rotasyona monte edebilirlerse, pota altını cehenneme çevirip, kötü dış şut atan her rakibin kâbusu olurlar. Ama grubun favorisi açık ara (ev sahiplerinden) İspanya. Tek sorun, bu kadar uzun ve fizikli rakipler arasında (Lyttle da emekli olmuşken) sadece Lo, Gil ve/veya Ndour ile ribauntlarda ve boyalı alanda sürklase edilebilme ihtimallerinin artabilecek olması. Torrens – Xargay – Dominguez – Nicholls (ki İspanya kadın basketbolunun Felipe Reyes’i sayılır) çekirdeği korundukça, 2-3 turnuva daha başa güreşirler. Ama yeni oyuncu (özellikle de Palau’nun yerine oyun kurucu) yetiştirmekte sıkıntı çektikleri için, bu grupta yaşayacakları yorgunluk onları üst turlarda zorlayabilir. Yine de kalite ve tecrübe yönünden halen rakiplerinden birer gömlek üstünler.

Tahmini sıralamam: 1) İspanya 2) Belarus 3) Slovakya 4) İsveç. Fakat 2-4 arası sıralama kolayca değişebilir.

B Grubu: Karadağ, Skerovic’in yokluğunda (Mujovic vasatı aşamadığı için) direksiyonu emanet edecek birini bulamadı ama Dubljevic oynadığı maçlarda o kadar dominant performanslar sergiledi ki, gruptan çıkmakta zorlanmadılar. Onun yanında dev devşirme pivot Gatling ve veteran Jovanovic varken, özellikle tempoyu yakaladıkları vakit çok etkili olabiliyorlar ve ilginç serilere imza atıyorlar. Fakat eğer savunma konsantrasyonunu bu kadar kolay kaybetmeyi sürdürürlerse veya Dubljevic turnuvaya gelemezse bu gruptan sadece Yunanistan’ı gözlerine kestirebilirler. Tek büyük ismi Maltsi’yi emekliye ayıran Yunanistan da, son şampiyonalarda oluşturduğu rotasyonu büyük ölçüde koruyarak, tam bir takım basketbolu oynayıp buraya geldi. Fasoula, Spanou, Sotiriu, Christinaki, Spyridopoulou ve Stamolamprou gibi isimler sayesinde, sistemlerini kurmuş durumdalar. Gafil avlanacak her rakibi bu nizam ve intizamla (özellikle ribauntlarda ve savunmada) alaşağı edebilirler, ama Fasoula yıldızlaşmadığı sürece, kaliteli starlara sahip takımlara karşı hücumda işleri çok zor olacaktır. Her zamanki gibi çok sert ve kalıplı oyunculara sahip olan Sırbistan, Sonja Petrovic’in turnuvaya gelmemesi halinde hücumda tüm yükü Ana Dabovic’in istikrarsız dış şutlarına bindirecektir. Radocaj gittikten sonra hakiki bir oyun kurucu bulamadıkları için Yvonne Anderson’ı devşirdiler ve bence doğru bir iş başardılar; ama kadronun gediklilerinden ne Krnjic, ne Cado ne de Jovanovic hücumda kendi oyununu yaratabilecek kalitede değiller ve set hücumlarından aradıklarını bulamazlarsa işleri epeyce zorlaşır – hele de bu kadar kötü dış şut atarlarken. Eğer basketbola geri dönen 39 yaşındaki Milica Dabovic kulübündeki iyi performansının ardından yine millî takıma alınırsa, bir şeyler değişebilir. İtalya ise Sottana gelmezse dış atışlarda en az Sırbistan kadar zorlanacaktır; ama Zandalasini alıştığımız formuna dönerse, onun hücumda yarattığı durdurulamaz etki sayesinde Dotto, Crippa, Penna, Cinili ve Bestagno da bolca boş alan ve kolay sayı imkânı bulacaktır. Keys’in yerine başka bir devşirme bulup Pan’dan da Sottana kadar verim alabilirlerse, turnuvada ilk 7 sıra için şansları artar.

Tahmini sıralamam: 1) İtalya 2) Sırbistan 3) Yunanistan 4) Karadağ

C Grubu: Gelelim bizim grubumuza. Burada Belçika normal şartlarda birinciliğin net favorisi; fakat onların da (elemelerdeki son Portekiz maçında olduğu gibi) kimi münferit gecelerde hücumda büyük sorun yaşamalarına sebep olan bir dertleri var: dış şut istikrarı. Nitekim belki de tüm Avrupa’nın en dominant ismi olan Meesseman’a sahip olmalarına karşın Carpreaux ve Mestdagh kardeşler (bilhassa Hanne) çoğu maçta kendine güvenmeden şut kullanıyor ve bu yüzden nice fırsatı heba edip kendilerini ateşe atıyorlar. Meesseman’ın boyalı alandaki ekürisi, yılların eskitemediği 40 yaşındaki Wauters’ın etkisi ve dakikaları haliyle gün geçtikçe azalıyor ve pota altında ikiz kuleler birlikte oynayamadığı vakit Meesseman’ın blok tehdidi azalıp faul problemi artıyor. Genç Massey henüz ona yeterli yardımı iletecek düzeyde değil. Bu yüzden Vanloo ve Allemand gibi rol oyuncularının da verimi düşüyor. Ama ritim bulduklarında hakikaten durdurulmaları çok zorlaşıyor. Bu yüzden bizim mümkün mertebe Belçika’ya değil, Bosna ve bilhassa Slovenya’ya konsantre olmamız lazım. Nitekim son yıllarda sahneye çıkan Sloven basketbolu, devşirme pivot Evans sahadayken çok tehlikeli bir hal alıyor. Daha ilk turnuvalarında neredeyse Fransa’yı bile yenebilecek kadar iyi oynayan Slovenler’de Oblak’ın savurgan ve istikrarsız, Baric’in ise birkaç yıl evvelki formundan uzak olması yüzünden, genç dev Lisec, Prezelj, Friskovec, Debeljak gibi isimlere daha çok bel bağlanıyor. Evans’ın ikili sıkıştırma gelmeden durdurulamaz bir oyuncu olması sebebiyle, bolca rahat dış atış fırsatı yakalayan Slovenler hem ribauntlarda hem de hücumda gayet etkililer. Onları zorlayabilecek en büyük etken, genç isimlerin ağırlıkta olduğu bu kadronun tecrübe sıkıntısı yaşama ihtimali. Bosna-Hersek ise her ne kadar bu düzeydeki bir turnuvanın gediklisi olmasa bile, Brcaninovic gibi dehşetengiz bir boyalı alan silahına, Deura gibi ortalama üstü bir oyun kurucuya ve hangisi gelirse gelsin rakiplere her iki pota altında da kan kusturan iki devşirme pivota, yani Jones ve Hurt’e sahip olduğu için, bizim gibi kısa, hantal ve cılız ekiplere karşı umulmadık işler başarabilir. Özellikle Jones turnuvaya gelmesi halinde çok büyük işlere imza atacaktır. Kadronun genel anlamda bu seviye basketbolda deneyimli olmaması, onları frenleyebilecek ana etken olacak.

Biz ise, sakatlıklardan çok çekmeyi sürdürüyoruz. Işıl, Tilbe, Bahar gibi nice kıymetli veteranın ve yükselen yıldız adayı Kübra’nın en verimli çağlarında sırayla hazin sakatlıklar yaşaması, (Nevriye, Şaziye, Birsel, Esmeral gibi isimler de artık mazideki yerini almışken) bu kadar dar bir oyuncu havuzu içerisinde elimizi gerçekten zorluyor. Sevindirici olansa, mevcut rotasyonun yıllardır yaşadığımız ritim, tempo, dış şut, serbest atış ve içeriden dışarıya pas trafiği konusunda ileriye doğru adım atmış olması. Quanitra’nın yıllar içerisinde olgunlaşan basketbolu sayesinde Sanders’ı aratmaması ama müzmin bir sakata dönüşmesi ise, hücumda yükü fazlasıyla sırtlandığı dakikalarda yaşadığı yıpranmayı göz önüne alırsak, bu turnuvada bize handikap yaratabilir. Bu yüzden, devşirme oyuncu konusunu uzun uzadıya, derinlemesine düşünmek gerekiyor – hele de yedek pivot bakımından Esra’dan başka kayda değer alternatifimiz yokken.

Esra’nın hantallığına karşın nihayet özgüvene kavuşmuş olması, nice zor atışı sayıya çevirebilmesi gibi, Cansu’nun ve Olcay’ın gelişen performansları da gayet umut verici; fakat çok iş görmesine muhtaç olduğumuz Pelin’den o beklenen dış şut katkısı yüksek yüzdeyle gelemezse, çok kıymetli topları nafile harcarız. Tuğçe, Asena, Ayşe, Sevgi ve yedek oyun kurucumuz Gizem mutlaka kuvvetli yanları ön plana çıkartılması, genç Gökşen ise üzerinde durulup yatırım yapılması gereken bir isim. Melis’in de fiziği ve kararlılığı ile, kanat yokluğunda bize merhem olması mümkün. Ayrıca genç Meltem’in turnuvaya gelebilmesi, boyalı alanda bu kadar kuvvetli olan takımlara karşı hiç değilse savunma ve ribauntlar yönünden bize nefes aldıracaktır.

Ama sakatlar iyileşmezse ve bize sınıf atlatması muhtemel iki ismin, yani Manolya ile (stilini Serkan Erdoğan’a benzettiğim) Alperi’nin skorerliğinden yoksun kalırsak, gerçekten koç Ceyhun Yıldızoğlu ve Yasemin Horasan’ın mikro hamlelerde adeta bir Rick Carlisle gibi ustalaşarak bu ekibi nakış gibi işlemesi lazım. Aksi halde, bireylerin toplamından daha üstün bir takıma kavuşamayız ve bireysel yetenek kapasitemiz de hayli kısıtlıyken hüsran yaşarız. Böylelikle de madalya şansımız hakikaten hayal olur. Ama her ne kadar özgüvenli olsalar da Alperi’nin de Manolya’nın da böylesi üst düzey turnuvalar için henüz yeterli tecrübeye sahip olmadıklarını da göz önünde bulundurmakta fayda var. Ayrıca turnuvanın tüm ciddi favorilerinin pota altında, ribauntlarda, atletizmde, dış şutlarda, dayanıklılıkta, fiziksel sertlikte, süratte, hızlı hücumlarda, geçiş oyunlarında ve oyunun temposunu dikte etmekte kâğıt üzerinde bize kıyasla çok daha avantajlı olduğunu da unutmamalıyız. Neyse ki ekolümüzün kimliğini teşkil eden oyun bilgimiz ve savunma kültürümüz halen herkese taş çıkartacak düzeyde. Ayrıca hiç pes etmediğimizi de her defasında herkese gösteriyoruz. Takım oyunumuz ve set hücumlarında asist üzerinden bulduğumuz sayılar da göğsümüzü kabartıyor.

Tabi sakatlıklar, form durumu ve strateji tercihleri yüzünden, bu turnuvanın aday kadrosunu bile seçebilmek son derece güç olacaktır. Fakat bu kadronun böylesi bir kimya ile bu turnuvaya kalabilmiş olmasına da ayrıca saygı duyuyor ve başarıyı alkışlıyorum. Ve ilk 8 takım arasına girebilmeyi gerçekçi bir hedef olarak görüyorum.

Tahmini sıralamam: 1) Belçika 2) Slovenya 3) Türkiye 4) Bosna-Hersek

D Grubu: Eğer bir ölüm grubu arıyorsak, bu turnuva için bu gruba o sıfatı layık görmemiz lazım. Dumerc bıraktıktan sonra, Epoupa’nın oyun kuruculuğu altında ev sahiplerinden Fransa gerçekten bir adım geriye gitti ve tecrübeli koç Garnier’nin de bundan memnun olduğu söylenemez. Ayrıca Yacoubou gibi bir devin de turnuvada olup olmayacağı bilinmiyor. Yine de, kadın basketbolunun Tim Duncan’ı diyebileceğimiz yıllanmış şarap Gruda varken, etrafında da Miyem, Tchatchouang gibi veteranlar bulunurken, Fransa daima favoridir. Ayrıca Johannes ve Ciak gibi isimlerden de eskiye nazaran daha iyi katkı alabilmeleri, yüzlerini güldürüyor. Özellikle Michel, ligimizden de tanıdığımız Hartley ve Johannes şut formunu bulduğu vakit rakip potalara sağanak olup yağıyorlar. Onlar halen bu grubun favorisi. Rusya ise gençleşme operasyonunu en başarılı şekilde gerçekleştiren Avrupa takımlarından biri olmayı başararak buraya geliyor, zira ellerinde Vadeeva gibi eşsiz ve genç yaşına karşın şimdiden çok tecrübeli bir pivot var. Boy yönünden her ne kadar o alıştığımız eski Rus devleri kadar korkutucu olmasa bile, Vadeeva her iki pota altında da gerçekten çok etkili ve özel bir oyuncu – hele de cüssesi, fiziksel oyuna yatkınlığı, bitiriciliği ve blok tehdidiyle. Bu elemelerde onları farklı bir seviyeye taşıyan isimse, uzun fiziğine rağmen hayli hareketli bir genç olan Musina oldu. Musina’nın skorerliğinin yanı sıra, Levchenko ve Goldyreva’nın top dağıtmadaki mahareti, Komarova ve Shilova’nın rollerini harfiyen yerine getirmeleri sayesinde, bir vakitler devşirmelere pasaport dağıtarak önünü tıkadıkları gençlerin gelişimini geç de olsa sağlamış görünüyorlar. Yaş ortalaması, cüsse ve kadro genişliği bakımından çok avantajlılar ve nispeten yetenekliler. Shabanova da dikkate değer bir cevher.

Çekya, o efsanevi jenerasyonuna veda ettikten sonra içine düştüğü buhranı atlattı ve Kulichova gibi isimlerin yerini genç Reisingerova’nın yeteneği ile doldurdu. Veteran isimlerden Hanusova ve Elhotova takımın hücumunda halen demirbaş konumunda ve etraflarında işlerini kolaylaştıran Vorackova, Bartakova, Hejdova gibi basketbol bilgisi yüksek oyuncular varken eskiye kıyasla çok daha etkililer. Bu güzide sistemi, koç Svitek’e borçlular. Bu turnuvada çeyrek final görmeleri işten bile değil. Hırvatistan ise, bir süredir uzak kaldığı bu sahneye iki süper skoreri Dojkic ve Slonjsak’ın (ve oynayabildiği vakit, Rezan’ın) performansları sayesinde döndü. Misura-Sandric olmasa bile, Begic, Tikvic ve Brkic gibi mükemmel tamamlayıcıları var. Dış şutları az ama öz kullanıp, yüksek tempoda bireysel yetenekler ve hızlı hücumlar üzerinden karşı konulması güç bir takım hüviyetine bürünüyorlar. Ayrıca ribauntlarda da çok etkililer. Her şeyden önemlisi gençleşmeyi çok iyi becerdiler, hırslı ve aç oyunculardan kurulu bir malzemeye sahipler ve bu stilde oynamaktan çok keyif alıyorlar. Bu hususlarda hiç onların seviyesine erişemeyen Letonya gibi bir turnuva takımını elemelerde saf dışı bırakmalarına şaşmamak lazım – neticede yıllardır NCAA’lerdeki genç ve iri yeteneklerine millî forma altında hemen hiç tecrübe aldırmayan, varsa yoksa Basko, Jekabsone gibi veteranlara ve Stratumane – Steinberga ikilisine yatırım yapan Letonya’nın nefesi, onlara hiç yetemedi. Hırvatların yegâne sorunu, tecrübe eksikliği yüzünden, işler zora girdiği vakit clutch anlarında heyecana kapılma ve konsantrasyonu koruyamama ihtimalleri. Tabi hücum üzerinden savunma yaptıkları için, karşı potada aradıklarını bulamazsa, kendi potalarında kolayca faul problemine girerler ve ritimlerini de enerjilerini de kaybederler.

Bu grupta elenen takıma yazık olacak, çünkü hepsi birer çeyrek final, hatta yarı final adayı. Ama tahmini sıralamam: 1) Fransa 2) Çekya 3) Hırvatistan 4) Rusya; daha doğrusu, Fransa hariç kimsenin yeri garanti değil ve dengeler pamuk ipliğine bağlı.

Perilerimize şimdiden başarılar dilerim.

mail: efe.ozenc@abcspor.com

twitter: @efe_ozenc

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Son Haberler

FENERBAHÇE GİBİ

Önce kızlarımızı kutlamak istiyorum. 2 sene üstüste Euroleague şampiyonluğunu kazanan kadın basketçilerimize ve böylesine yetenekli ve karakterli oyunculardan oluşan...

Benzer Konular