Premier lig’de bu haftasonu oynanan maçların ardından artık ilk 5 hafta geride kaldı. Bu ay başında transfer dönemi sona erdi. Kadrolar kış transfer dönemi açılana dek şekillendi. İngiltere’de kural gereği serbest statüsündeki oyuncular hariç, takımlar transfer yapamayacak. Bu tarihte boşta olan bir oyuncunun Premier lig’de bir takımın kaderini değiştirmesine çok ihtimal vermeden şimdiye kadar gösterdiklerine istinaden bir ön değerlendirme yapalım. İlk olarak ilk 5 haftaya ilk 5 sırada giren Chelsea, Southampton, Aston Villa, Arsenal ve Swansea City ile başlayayım istedim.
CHELSEA: Sezona en hızlı giriş yapan şampiyonluk adayı Mourinho’nun Chelsea’si oldu. Bilhassa yeni transfer Diego Costa ilk üç Premier Lig maçında 4 gol atınca Ağustos ayının da oyuncusu seçildi. Üzerine Swansea maçında adadaki ilk hat-trick’ini yaptı. Ama bir yandan da daha oynadığı 5 lig maçında rakip takım taraftarlarının nefretini kazanmayı başardı! Everton maçında önce Seamus Coleman’a Everton’ın yediği gol sonrası yaptığı hareketler ve son olarak da Manchester City maçında Pablo Zabaleta’nın boğazını sıkması ile de yavaş yavaş gazetelere konu olmaya başladı. Sert oyunu ve ekseriyetle oyun kuralları dışına taşan sertlikteki hareketlerle Premier Lig’de bu sezon golleri kadar konuşulmaya devam edecek gibi geliyor bana. Henüz hakemler tarafından biraz imtiyaz görüyor ama her an İngiliz basını Luis Suarez gibi bir malzemeyi kaybetmişken, yeni Suarez muamelesi yapmaya başlayabilir.
Öte yandan Chelsea geçen sezon yaşadığı en büyük problem büyük maçlar dışındaki maçlarda yaşadığı puan kayıplarıydı. Son şampiyon Manchester City’i iki maçta yenmelerine rağmen sezonu 3. sırada kapayabildiler. Bilhassa en fazla sıkıntı yaşadıkları santrafor rotasyonunda ise kökten değişikliğe gittiler. Torres-Eto’o-Ba’dan oluşan santrafor rotasyonu yeni sezonda Costa-Remy-Drogba şeklinde. Bir diğer yeni transfer Fabregas da yaptığı asistlerle Chelsea kariyerine iyi başladı. City deplasmanında Mourinho gösterdi ki şampiyonluk yolundaki rakiplerine karşı bu sezon da önce kaybetmeme düşüncesi ile sahaya çıkacaklar. Fakat bunun bedelini 1-0 önde ve rakip 10 kişiyken maçtan 3 puan çıkaramamakla ödediler belki ama hem kulüp hem taraftarlar bu stratejiden hiçbir zaman şikayetçi olmadı. Chelsea sezon öncesinde City’e nazaran bir adım önde görülüyordu şampiyonluk mevzuunda. İlk 5 hafta sonunda bu söylemdekilerin fikirlerini daha güçlü bir şekilde savunmasını sağlayacak futbolu kesinlikle ortaya koydular.
SOUTHAMPTON: Geçen yıl başarılı bir performans gösteren takımın, zirveye oynama hedefindeki Premier Lig kulüpleri tarafından adeta yağmalanmasından sonra bu sezon Azizlerin sıkıntılı bir sezon geçirmesi bekleniyordu. En azından bir nevi sıfırdan kurulan takımın sezona kötü giriş yapması en doğalıydı. Rickie Lambert, Adam Lallana, Dejan Lovren, Calum Chambers, Luke Shaw gibi kadronun ana parçalarının yanı sıra antrenör Mauricio Pochettino da Tottenham yolunu tutmuştu. Yerine Feyenoord’u geçen sezon Eredivisie’de 2. yapan Ronald Koeman getirildi. Koeman’ın yanı sıra Feyenoord’un İtalyan golcüsü Graziano Pelle, Twente’den Sırp kanat oyuncusu Dusan Tadic, Celtic’den kaleci Fraser Forster, Hull City’den santrafor Shane Long, Steaua Bucureşti’den Rumen stoper Florin Gardoş ve transferin son günü Salzburg’dan Senegalli orta saha Sadio Mane’yi transfer ettiler.
Bu isimlerin yanı sıra kiralık gelen Ryan Bertrand ve Toby Alderweireld de kadronun birer parçası oldular. Ama bu oyunculardan Pelle ve Tadic dışında Soton’un ilk 5 hafta sonunda puan tablosunda 2. sırada olmasına önemli katkı veren oyuncular ya 11’de rolü önceki sezon daha az olan oyunculardı ya da geçen sezon bu yaz giden oyuncuların ardında rotasyon oyuncusu olarak kadroda yer alıp nispeten daha az oynama süresi bulan oyunculardı. James Ward-Prowse, Victor Wanyama, Jack Cork ve Jose Fonte gibi isimler rollerinin artmasından şu ana dek başarıyla çıktı. Ayrıca gelecek için verdikleri ışık küçümsenir bir durumda değil. Başarılarını sezon sonunda geçen sezonun üzerine taşıyıp ilk yedi takımdan birilerini geride bırakmaları sürpriz olmaz.
ASTON VILLA: Sezona bir diğer kötü bir giriş yapması beklenirken, beklentileri aşarak üst sıralarda yer alan takımı da Villa. Bilhassa Liverpool deplasmanından aldıkları 1-0’lık galibiyet ile epey sükse yaratmayı başardılar. Sahalarında oynadıkları üç maçtan yalnızca bir maçtan (Hull City) galip çıkarken, deplasmanda hem Stoke City’i hem de Liverpool’u yenerek 2’de 2 yaptılar. Bu noktada tesadüften ziyade kontratağa yatkın oyun tarzları etkili oldu demek yanlış olmaz. Gabriel Agbonlahor ve Andres Weimann gibi iki önemli kontratak silahına sahip olma avantajlarını iyi kullandılar. Daha kadronun en önemli yıldızı Christian Benteke’nin geçen sezon yaşadığı ağır sakatlık nedeniyle dönemediğini de belirtmek lazım. Yaşadığı diz sakatlığının ardından yakın zamanda dönecek olan Belçikalı santraforun Villa’ya yarattığı etki Premier Lig’i biraz olsun takip eden herkesin malumu. Sakatlıktan üzerinde çok eser kalmadan bir dönüş yapabilirse Villa’nın bu çıkışı bu seviyede olmasa dahi koruması beklenebilir.
Sezon başında küme düşme adaylarından biri olarak gösterilen ekiplerden birinden bahsettiğimizi bu noktada hatırlatmalıyım. Paul Lambert yine elindeki kadrodan azami verim almayı beceriyor. Fulham’daki performansı ile çok eleştirilen Phillippe Senderos’dan ve Ron Vlaar haricindeki elindeki diğer stoperlerden aldığı verimi takdir etmemek mümkün değil. Bu yaz bilhassa Lambert’ın yardımcısı olarak göreve getirilen Roy Keane’nin yarattığı etkiye dair bizzat oyunculardan da sık sık açıklamalar basına yansıyor. Bu kalitedeki kadrodan sezon sonuna kadar Lambert-Keane ikilisi bu derecede verim alabilirse lige damga vuran teknik ekip olacaklarını söylemek yanlış olmaz.
ARSENAL: Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Beşiktaş ile eşleşmesi sayesinde bu sezon ülkemizde hem transfer dönemi hem de lig başlangıçları yakinen takip edildi. Yıllardır beklenen santrafor transferi için transferin son gününde Manchester United’den Danny Welbeck kadroya katıldı. Transfer dönemi kapanmadan önce Oliver Giroud’un yaşadığı uzun süreli sakatlık olmasaydı Welbeck transferinin yapılacağı bile şüpheliydi. Son olarak sakatlanan Mathieu Debuchy’nin yokluğunda yapılmayan savunma transferinin ceremesi çekilmekte. Lig Kupası’nda sahalarında Southampton’a 2-1 yenilip elendikleri maçta Mertesacker-Koscielny ikilisini dinlendirmek isteyince Chambers-Hayden ikilisi tandemde ilk 11’de başlayan isimler oldu. Serbest oyuncu statüsündeki oyuncuların İngiltere’deki kurallar gereği transfer dönemi kapanmış olsa da transfer yapabildiği için bu günlerde Arsenal’in adı sık sık TANIDIK isimler Joseph Yobo ve Diego Lugano ile geçiyor. Birkaç yıl önce aynı şekilde Sol Campbell’ı transfer etmişti Arsenal. Ben Lugano’dan ziyade Yobo’nun daha doğru bir transfer olacağını düşünüyorum. Geçen sezon Fenerbahçe’den kiralık olarak Norwich City’e geldiğinde Norwich’in kış fikstürünün son maçlarında yakaladığı çıkışta önemli bir performans göstermişti. Lugano artık iyice düşen fizik kalitesi ile Premier Lig seviyesinde bir takıma 2-3 maçlık olsa bile katkı veremeyecek düzeyde.
Savunma probleminde fazlasıyla dem vursak dahi Arsenal’de işler kötü gidiyor demek haksızlık olur. 4. Haftada evlerinde Manchester City’e karşı ikinci yarıda 1-0 gerideyken oynadıkları oyun ve maçı 2-1’e taşıdıkları bölüm gelecek için umut veren cinstendi. Ama Arsenal’de son yıllarda bu gösterilen ışıklar hep bu seviyede kaldı. Alexis Sanchez Arsenal’in yüksek tempolu pas oyununa zaman zaman ayak uyduramasa bile kalitesini şimdiden gösterdiği maç içi anlar var. City maçında attığı goldeki vuruş kalitesi Arsenal santraforlarında Robin Van Persie gitti gideli göremediğimiz bir kaliteydi. Geçen yıllarda olduğu gibi Arsenal’i şampiyonluk yarışının uzağında tutan en önemli etmen golcü kalitesi. Geçen sezon Luis Suarez’in Liverpool’da yarattığı etkinin izleri daha bu kadar tazeyken Wenger’in bu yaz ben bu hamleyi yapmasını şahsen bekliyordum. Ocak ayında da gelmezse bu transfer sezon sonunda şimdiden ligi ya 4. ya da 5. bitireceklerini rahatlıkla öngörülebilir buluyorum.
SWANSEA CITY: Swansea, sezona Chelsea ile birlikte ilk 3 maçtan 3 galibiyet çıkartarak başlayan tek takımdı. Bunun üzerine Garry Monk da Ağustos ayının menajeri ödülünü kazanan isim oldu. Bilhassa sezonun açılış maçında Manchester United deplasmanında aldıkları 2-1’lik galibiyet ile sükse yapmışlardı ama daha sonra United’ın durumunun vahametini ortaya iyice döken takım Leicester City oldu. Biraz önce değindiğimiz Southampton gibi bu yaz kadrosunda önemli bir değişim yaşayan takımlardan biri de Galler ekibiydi. Brendan Rodgers sonrası göreve gelen Michael Laudrup’un kadroya kattığı Michel Vorm, Chico Flores, Pablo Hernandez, Michu ve Jose Canas gibi ekseriyetle La Liga menşei oyuncular kadrodan ayrılırken, yerlerine Lukasz Fabianski(Arsenal), Bafetimbi Gomis(Lyon), Gylfi Sigurdsson(Tottenham), Jefferson Montero(Morancas) ve Federico Fernandez(Napoli) gibi belirgin bir ekolden denilemeyecek oyuncular transfer edildi.
Bilhassa ilk üç maçta Nathan Dyer ve Wayne Routledge’nin de performanslarını yükseltmeleri bu sonuçlarda rol oynadı. Sezon başında görüşüm Garry Monk’un elindeki kadrodan beklenen verimi alamayacağı yönündeydi. İlk haftalar itibariyle beni yanıltıp bu konuda başarılı olabileceğini gösterdi. Son iki hafta üst üste Chelsea ve Southampton’a mağlup olsalar da bilhassa Southampton maçında daha maçın ilk yarısında Wilfried Bony’nin kırmızı kart görmesi nedeniyle 10 kişi kalmaları maçın sonucuna direkt etki etti. Hazır Wilfried Bony’e değinmişken onun takımın aksine sezona kötü bir başlangıç yaptığını belirtmek lazım. 5 maçta henüz gol kaydedememiş durumda! Arkasında Gomis gibi ciddi bir rakibi de varken sezon içinde sık sık rotasyonlu olarak kulübede görmemiz sürpriz olmaz. Daha bu yaz adı Arsenal, Liverpool ve Tottenham gibi kulüplerle anılmışken yerinin tehlikeye girebilmesi olasılığı Swansea’nin kadro kalitesini de ortaya koyan unsurlardan.