https://abcspor.com/wp-content/uploads/2020/11/ataturk.jpg

SIFIR

Okunması Gerekenler

SIFIR

Ekonomideki Oyun Teorisi’nin mihenk taşlarından olan Sıfır Toplam Oyunu (Zero Sum Game) günlük hayatımızın farklı alanlarında karşımıza çıkan bir realitedir. Kısaca özetlemek gerekirse en az iki, en fazla limiti olmayan muhtelif sayıda tarafı olan bir oyunda bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybına eşit olmasıdır. Yani oyunun sonunda, elde edilen kar/zarar ya da değişiklik toplandığında sıfır çıkması durumudur.

İlke olarak win-win (kazan-kazan) diye adlandırdığımız, yani herkesin kazandığı bir ortamın tamamen zıttıdır. Mutlak bir ya da birden fazla kaybedeni vardır.

Spor müsabakaları da “zero sum game” dir. Mikro açıdan bakıldığında günlük sonuçlar birden çok kişiyi memnun eder gibi gözükse de yıl sonunda alt toplam alındığında kazanan taraf ve kaybeden taraflar ortaya çıkacaktır.

Bu açıdan yaklaştığınızda ortada oynanan bir lig varsa, farklı hedefler doğrultusunda yapılacak alt gruplar özelinde hepsinin kaybedeni ve kazananı mutlaka olacaktır ve bunun toplamı sıfırdır.

Herkesin mutlu olduğu bir turnuva henüz icat edilmemiştir zira pek de mümkün gözükmemektedir.

Bu girizgahtan sonra Türkiye Ligi’nde takım yöneten hocaların ve yöneticilerin sezon içerisinde dile getirdiği şikayetleri daha farklı açıdan incelemek gerektiğini düşünüyorum.

Çocukluğumuzdan beri sistem şöyle ilerler:

-Sezon başında büyük umutlarla ve kulübü borca sokarak bir takım kurulur.

-Yaz kampı esnasında iki hazırlık maçında mağlup olunca takımın hocası tarafından aslında transfere ihtiyacı olduğu açıklanır.

-Sezon başlarken, takımın yönetimi tarafından, hocaya iyi bir takım verildiği, eksik ve gerekli yerlere transferlerin yapıldığı ve takım için tek başarılı sonucun şampiyonluk olduğu, ikinciliğin başarı kabul edilemeyeceği vurgulanarak aba altından sopa gösterilir.

-Sezon başı takım kötü oynar, henüz sezon başındayız, takım alışma sürecinde, yeni transferlerimiz farklı bir ülkeye geldi adaptasyon için zaman vermemiz gerekiyor, denilir.

-Kış ayları gelmeye başlar, hava ve zemin şartları kötüdür. Yetkililere seslenilir, bir sürü yabancı oyuncu getiriyoruz, bu zeminler için mi, diyerek Gençlik Spor Müdürlüğü ve yetkili kişiler suçlanarak göreve çağrılır. Suçlu bulunmuştur: zemin ve ona bakamayan yetkililer…

-İlk yarının sonuna doğru Türkiye Kupası ve Avrupa maçları tüm hızıyla sürerken takım yorgundur zira Çarşamba/Pazar maç yapmaya başlanmıştır. Ülke olarak buna artık alışmamız gerektiği, en iyi antrenmanın maç olduğu vurgulanır. Bu durumda maçların saatini belirleyen TFF ve yayıncı kuruluş suçlanır. Neden kendi maçı saat 16’da başlıyordur da çekiştiği rakibi saat 19’da oynuyordur ya da onlar pazar günü oynarken biz neden cumartesi oynuyoruzdur. Mağlubiyetin ve kötü oyunun sebebi budur.

-Devre arası gelir, hemen eksik ve aksayan yerlere ara transfer istenir. Ama ocak ayında transferin zorluğundan dem vurulur ve zaten hiçbir takımın iyi oyuncusunu ya da sorunsuz oyuncusunu bırakmayacağının altı çizilerek yapılacak transferlerdeki başarısızlığa ilk kılıf dikilmeye başlanır.

-İkinci devre başlar, kamptan yeni çıkılmıştır, ara transferde gelen oyuncu takıma alışacaktır, oyuncu satılmıştır ve hava hala soğuktur, bu sebeplerden dolayı tabi ki iyi oyun beklemek hayalciliktir.

-Mart ayından sonra ligin boyu kısalmıştır (ne demekse!), ligin altında ve üstünde yarış kızışmıştır. O saatten sonra iyi futbol beklemek iyimserliktir ve sadece sonuç önemlidir.

-Nisan ve mayıs ayları artık telafisi olmayan haftalardır ve hakem arkadaşlarımızın da dikkatli olmaları gerekir. Aslında hocalar ve yöneticiler hakem konuşmayı sevmezler ama ne yapsınlar şartlar gerektirir (!)

-Ve sezon biter. Birileri kazanır, birileri kaybeder ve bu kısır döngü yeni sezona devreder.

Yukarıda yazdığım maddeler istisnasız olarak Türkiye’deki futbolun olmazsa olmazıdır.

Bu yazılan ritüelik davranışların haricinde, yılın tamamında ağızdan düşürülmeyen ve sürekli olan tek bir demirbaş madde vardır:

-Şampiyon olmamız istenmiyor, dahili ve harici bedhahlarımız var, önümüzü kesecekler, söylemleridir.

Bugün ligin tepesindeki takımların son birkaç yılına baktığınızda hepsinin ortak düşmanı dış mihraklardır.

Başakşehir Başkanı son iki yılda ligin en başarılı takımı kendisi iken çıkar VAR (Video Yardımcı Hakem) avukatlığı yapar, hakemleri olağan şüpheli haline getirir.

Beşiktaş’ın hocası ve başkanı her şey bu kadar iyiyken herkese laf yetiştirir, yukarıdan bakma emareleri gösterir ve tüm paydaşlara kendilerini aşağı çekmeye çalışan düşman muamelesi yapar.

Galatasaray camiası kendi iç savaşına ara verdiği zamanlarda hemen siyaset ve Ankara’ya saldırır. Onlara göre herkesin, özellikle hükümetin, gayrimenkullerinde gözü vardır, GS’nin satışı için zemin hazırlanmaya çalışılıyordur. Zaten ne zaman başarılı olsa GS’nin başına bir çorap örülüyordur.

Fenerbahçe’nin hocası ve yönetimi kesintisiz bir akıl oyunu içine girer, sürekli 3 Temmuz’a atıfta bulunur, şebeke, organize işler, dizayn etme gibi kelimeler olmadan futbol konuşamaz hale gelir.

Trabzon’un aklı hala 2011’dedir. Oradan doğan husumetler akıllarının önüne geçmiştir. Özellikle hakemler puanlarını çalmakta ve başarılı olmasını istememektedir. Aslında 2011 süreci hala devam etmektedir.

Bu söylenenlere bakarsanız herkes kaybediyor ve hiç kazanan yok.

Gerçekte böyle midir?

Seni şampiyon yapmayacaklar, öbürünün önünü kesiyorlar, ötekinin kalemi zaten kırılmış vesaire vesaire. Peki kimi şampiyon yapacaklar? Beni mi?

Yazının başında da belirttiğim gibi spor bir sıfır toplam oyunudur ve mutlaka bir kazananı, muhtelif adette kaybedeni vardır. Fakat önemli olan kazanırken ve kaybederken seçtiğin yoldur.

Kendi hatalarını örtmeye çalışarak ya da örttüğünü sanarak, hedef şaşırtarak, karar alıcı mekanizmaları suni gündemlerle manipüle ederek başarmak ne kadar başarıdır? Ya da bunun tersine, tüm kayıplarını ve başarısızlıklarını kendi iç mekanizmaların ve kararların hariç herkese bağlamak ve güneşi çamurla kapatmaya çalışmak ne kadar yol göstericidir? Bu soruların cevabını 2018 yılında bile hala tam veremediğimiz için bugün elde var sıfır şeklinde Avrupa arenasında avare biçimde geziyoruz.

Albert Einstein’in çok sevdiğim bir sözü var, hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklemek deliliktir (insanity) diyor ve bu söz bizim futbol camiasının içinde bulunduğu çıkmaz ile birebir örtüşüyor. Her sene aynı senaryo ve yöntemler sahneye konuyor ama sonunda başka bir sonuç bekleniyor. Geriye dönüp ya da Edirne ötesine çıkıp oradan bakıldığında ise bir arpa boyu yol bile alınamadığı yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor.

Artık yeni şeyler söylemek, yapmak ve meyvelerini toplamak lazım. Elin oğlu kazandığını altyapıya harcarken; yeni sistemler, stratejiler, taktikler için ar-ge yatırımları, scout istihdamları yaparken; yan gelip yatacak parası ve süksesi varken kalkıp Amerika’ya kadar gidip NFL (Amerikan Futbol Ligi) maçları seyredip, antrenman tekniklerini Avrupa futboluna adapte etmeye çalışırken, senin takımların hala ortaokul seviyesinde kafa golleri yiyor, yanlış antrenman tekniklerinden oyuncularının adaleleri iflas ediyor, bilerek birbirine pas atmıyor, altyapıdan çıkardığın ender oyuncun yılda ortalama 1 saat bile süre alamıyorsa, milyon euro’luk transferlerin menajerlerin ortaoyununa dönüyorsa, ve bütün bunlara rağmen sen çıkıp önümüzü kesiyorlar, adalet istiyoruz, başarımız kıskanılıyor diyorsan sıkıntının kimde olduğu bellidir.

Sonuç olarak tüm takımları toplasan edeceği sıfırdır. Bu sene sen kazanırsın, öbür sene diğeri ama herkesin paydaş olduğu bu ortamda eski yöntemler çürümüştür ve yeni şeyler söylemenin zamanı gelmiş hatta geçmektedir. Çünkü kazanırken/kaybederken ne kadar değil, nasıl kazandığın/kaybettiğin önemlidir, verdiğin derslerdir seni yücelten, asıl iz bırakan odur.

Herkese sıhhat, akıl, huzur ve spor dolu bir hafta diliyorum.

Yazarın diğer yazıları için tıklayın

mail: osman.cetin@abcspor.com

twitter: @msdoc78

 

Son Haberler

FENERBAHÇE GİBİ

Önce kızlarımızı kutlamak istiyorum. 2 sene üstüste Euroleague şampiyonluğunu kazanan kadın basketçilerimize ve böylesine yetenekli ve karakterli oyunculardan oluşan...

Benzer Konular